Câhiliye´den Osmanlı´ya Arap Şiirinin Tarihî Serencamına Genel Bir Bakış /

Arap edebiyat tarihini incelediğimizde, Arapların yazıyla muhatap oldukları dönemden önceye dair en büyük edebi eserlerinin şiirler olduğunu görürüz. Arap toplumu kadar şiiri, gündelik hayatları da dahil olmak üzere, etkin bir şekilde kullanan bir topluma rastlamak neredeyse imkansızdır. Günümüzde şiirle daha çok seçkin zümrenin iştigal ettiği düşünülecek olursa, bedevileri medenilerinden fazla olan bir toplumda şiirin bu kadar öne çıkmış olması şaşırtıcı bulunmakla birlikte, şiire teşvik eden pek çok toplumsal unsurun var olduğu unutulmamalıdır. Her yıl haram aylarda düzenlenen ve adeta edebi kongre mahiyetinde olan panayırlar, kabileler arasındaki rekabet ve şiirin düşman kabileye karşı bir silah gibi kullanılması, şiirin bir kazanç vesilesi olması, Arapça’nın şiiri üretmeye elverişli zengin bir dil oluşu bu unsurların önde gelenleridir.
Arap şiirinin tarihi, başlangıç dönemine dair yazılı verilere sahip olmadığımızdan dolayı takip edilemese de, yaklaşık olarak iki bin yıllık uzun bir geçmişe sahiptir. Günümüze gelene kadar çeşitli evrelerden geçmiş; biçim, konu ve yazılış amacı bakımından pek çok değişikliklere uğramış olan Arap şiiri, Arap edebiyatçıları tarafından tarihi dönemleri açısından incelenmiştir. Dönemlere ayırmada çeşitli siyasi ve dini gelişmeler belirleyici olmuştur. Bununla birlikte dönemlerin isimlendirilmesi, hangi tarihle başlatılıp sonlandırılacağı vb. hususlarda ittifak bulunmayıp, aksine müelliflerin ideolojik arka planlarına göre çeşitli farklılıklar görülebilmektedir.
Câhiliye döneminden günümüze kadar, ele alınmak açısından en talihsiz dönem muhtemelen Osmanlı dönemidir. Bu döneme kadar kronolojik sıralamada genel olarak dikkat çeken bir ihtilaf bulunmazken, Osmanlı dönemindeki Arap edebiyatı gerek oryantalistler, gerekse de Arap edebiyat tarihçileri tarafından adeta yok sayılmıştır. Bu çalışmada Arap şiirinin Câhiliye’den Osmanlı’ya kadar geçirdiği evreler hakkında genel bir çerçeve çizilerek, Osmanlı dönemindeki durumu ortaya konmaya çalışılacaktır.
1. CÂHİLİYE DÖNEMİ ŞİİRİ
Câhiliye dönemi, miladi 5.yüzyılda başlayıp, İslâm’ın başlangıcına veya hicretin olduğu 622 yılına kadar süren dönemdir. Bu dönemde şiir, en hâkim edebi tür konumundaydı. Toplumda herhangi bir zümreye has olmayıp, her kesim insan tarafından şiir söylenirdi. Şiire karşı bu düşkünlüğün temelinde yaradılışın büyük payı olmakla birlikte, yaşanan ortamın tesiri de önemli rol oynamaktaydı. Masmavi gökyüzü altında gözü yoran bir çapa sahip olan çöl, orada yaşayan insanlara ilham kaynağı olmaktaydı.[1]
Ayrıca şiiri teşvik eden, besleyen, gelişmesine vesile olan ortamlar da bulunmaktaydı. Her yıl periyodik olarak düzenlenen panayırlarda alışverişlerin yapılmasının yanında, şairler şiirlerini daha büyük şairlerin ve halkın önünde sunarlar, şiirlerine yöneltilen tenkitlere muhatap olurlardı. Böylece şairin kendisine isim yapabilme fırsatı oluştuğu gibi, edebi tenkitlerle şiirler, büyük gelişme kat ederdi.Bu panayırların en meşhuru Ukaz idi. Arap yarımadasının her tarafından gelen şair ve râviler burada toplanır; burada sunulan ve beğenilere mazhar olan şiirler, râviler vasıtasıyla yarımadanın her tarafına aktarılırdı.[2] Eski Arap şiirinin en güzellerinden yedisi bu panayırlarda seçilerek, -zayıf bir rivâyete göre- Kâbe’ye asılırlardı. “Mu’allakât” diye isimlendirilen bu yedi şiiri ihtivâ eden mecmuada şiirleri bulunan başlıca şairler, İmruü’l-Kays (ö.545), Tarafa b. el-‘Abd (ö.564), Züheyr b. ebî Sulmâ (ö.609), Lebîd b. Rebî’a (ö.660-661), ‘Antara b. Şeddâd (ö.600), Amr b. Külsûm (ö.584), Hâris b. Hillize (ö.570) idi.[3]
Kabileler arası mücadeleler ve savaşlar da şiire önem verilmesine neden olan unsurlardandı. Özellikle kadın şairler savaşlarda ön saflarda yer alarak, söyledikleri şiirlerle erkekleri savaşa teşvik ederlerdi. Arap kabileleri arasında “Eyyâmu’l-Arab” adıyla bilinen savaşlar câhiliye edebiyatında zengin bir şiir kültürünün oluşmasına katkıda bulunmuştur. Şairler, savaşlarda kaybettikleri kimseler için mersiyeler nazmetmişler, şiirlerinde kabilelerinin zaferleriyle övünmüşler; ok, mızrak, at vb. savaş vasıtalarını tasvir etmişlerdir. [4]
Câhiliye dönemi şairi, şiirini çöl ortamında yazdığından dolayı, şiirinde bu ortamı tasvir eden ifadelere başvurmuştur. Şiirdeki mana, söylendiği çevreden uzaklaşmamış, aksine bu çevre ile anlamlandırılmıştır. Bu dönem şairinin kültür ve bilgisinin daha sonraki dönemlerde yaşamış şairlerinkine nazaran daha az ve sınırlı olmasına bağlı olarak, şairler, şiirlerinde duygularını tekellüfe dalmaksızın, tabii bir şekilde ifade etmişlerdir. Bu durum, şairin yaşadığı ortamın doğallığından kaynaklanmaktadır. Bu doğallık ise şiire anlam açıklığı şeklinde yansımıştır. Böylece basitlik ve tabiilik, şiirlerin açık anlamlı olarak söylenmesine sebep olmuştur. Bu şiirlerde sanat yapma endişesinden çok, dinleyici üzerinde kalıcı iz ve etki bırakmak, kişiye ve topluma benimsetilmek istenen düşünce ve görüşleri vurgulamak ve söylenmek istenilen şeyin anlaşılır, vurgulu, açık ve net bir şekilde ortaya konması amaçlanmıştır. Bütün bu vasıflarıyla, câhiliye dönemi Arap adet, gelenek ve inançları, savaşları, çölün durumu vb. hakkında hemen hemen tek kaynak olma durumundaki klasik Arap şiiri daha sonra yaşamış şair, edip ve âlimleri hayran bırakmış, şairler yaklaşık ilk Abbâsi asrı sonlarına kadar câhiliye şiirinin etkisinde kalmış ve şiirlerinde lafız, üslup, hayal, mana vb. hususlarda bu dönem şiir geleneğine bağlı kalmışlardır.[5]
Şekil bakımından Câhiliye şiiri incelenecek olursa; bu dönem şiirinde ilki recez, ikincisi kasîd olmak üzere başlıca iki form bulunmaktadır. Recezler anlık ilhamların etkisiyle söylenen irticâli ifadelerin ürünü olduklarından dolayı yüksek sanat şekli sayılmamış ve günümüze pek az örneği gelmiştir.[6] Kasîd ise, ikişer mısralık ve son mısraları birbirleri ile kafiyeli beyitlerden oluşmuş, emek mahsulü manzumelere verilen isimdir. Aynı kökten türemiş olan kasîdeye gelince, sadece şekle ait bir özelliği değil, aynı zamanda belirli mevzuların dahili bir tertip ve nizam içinde işlenmesini de gerektiren uzun bir şiir olup, yüksek sanat eserlerinin söylendiği edebi bir türdür. [7]
Arap şiirinde kasîdelerin aynı şekilde başlaması, belli esaslara tabi olmaları, çok kullanılan tasvir unsurlarıyla benzer ifade tarzlarını içermeleri, konu ve tema seçiminde uyulması zorunlu bir geleneğin yerleşmiş olması gibi birtakım özellikler, onun uzun bir gelişme dönemi geçirdiğini göstermektedir. İlk uzun kasîde örnekleri V. yüzyıl şairlerinden Mühelhil b. Rebia et-Tağlibî’de görülürken, bu formun tekâmül etmiş şekli İmruü’l Kays b. Hucr’un şiirlerinde görülür. Dostlar ve sevgililerle yaşanmış anılardan izler taşıyan mekanlar ve kalıntıları önünde coşku ile kasîdeye başlamak, tasvir, medih ve fahr gibi farklı konuları ele almak, klişeleşmiş teşbih ve tasvir unsurları içermek ve belirli uzunluğu korumak gibi özellikler, onun kasîdeleriyle yerleşerek, kasîde formu için uyulması zorunlu gelenek durumunu almıştır.[8] Aşk ve sevda hatıralarını anmakla başlayıp, at, av, bulut, yağmur ve sel tasvirleriyle sona eren İmruü’l Kays’ın meşhur kasîdesinin ilk beyitleri şöyledir:
قفا نبك من ذِكرى حبيب ومنزل
بسِقطِ اللِّوى بينَ الدَّخول فحَوْملِ
فتوضح فالمقراة لم يَعفُ رسمهاَ
لما نسجتْها من جَنُوب وشمالِ
“Tudıh’dan Mikrat’a ve Dahul’den Havmel’e kadar olan yerler arasındaki dalgalı kumların azaldığı ve inceldiği Sıktıllivâ’da durunuz. Sevgiliyi ve onun yurdunu anıp ağlayalım…
O yurt üzerindeki izler henüz ortadan kalkmamıştır; çünkü güney rüzgarının bozduğu ve kapattığı bu izleri (ona karşı esen) kuzey rüzgarı tekrar dokumaktadır.”[9]
Başta muallakalar olmak üzere, klasik kasîde başlıca üç bölümden oluşmaktadır:
- Nesîb veya Teşbîb bölümü. Bu bölüm klasik kasîdenin en seçkin parçasıdır. Sevgiliyle yaşanmış hatıralara yer verilir, çöllerde terkedilmiş konak yerleriyle oralarda dağınık vaziyette bulunan isli ocak taşları, küller, su kabı, testi kırığı, çadır ve kazık izleri gibi kalıntılar aşk ve özlemle yoğrulmuş vaziyette dile getirilir. Şair bunları hatırlayarak hem kendisi ağlar, hem de dostlarını ağlatır, tabiat tasvirleri arasında sevgiliden ve onun güzelliklerinden söz eder. Bu hazin giriş çetin doğa şartlarının, çeşitli sıkıntılarla dolu çöl hayatının şiire yansımasıdır.
- İkinci bölümde şair çölde geçirdiği uzun ve yorucu yolculuğu, bu yolculuk esnasında karşılaştığı zorlukları, bindiği devesini veya atını tasvir eder. Yolculuk esnasında maruz kalınan aşırı sıcaklık, kızgın çöl, susuzluk, sıkıntılar, baştan geçen olaylar, içki âlemi, şimşek, yıldırım, sağanaklar gibi tabiat olayları, hayvan otlakları, vahalar, avcılarla av köpeklerinin yaban hayvanlarıyla mücadelesi ve bu sırada karşılaşılan tehlikeler kasîdenin bu bölümünü oluşturan malzemenin başlıcalarıdır.
- Şair, kasîdenin son bölümünde medih, hiciv, fahr, mersiye, kahramanlık vb. gibi kasîdeye asıl hüviyetini veren konuyu işler.[10]
Câhiliye döneminde klasik formunu bulan kasîdenin temel bölümleri kabataslak bu şekilde olmakla birlikte, anlaşılacağı üzere seçilen konular ve temalarda hayat şartlarının, yaşanılan çevrenin ve tabiat özelliklerinin etkisi kasîdeye şekil vermiştir.
Bu dönemde Arap şiirinin ana mevzuları medih, hiciv, mersiye, gazel, tasvir ve fahr şeklinde sıralanabilir.[11] Zaman içerisinde yaşanan ortamlar ve tabiat şartları değiştikçe şiirlerin şekli, tasvir ve teşbih biçimleri, konuları farklılıklar göstermiştir. Bunlara her dönemin içinde işaret edilmeye çalışılacaktır.
2. İLK İSLAM DÖNEMİNDE ŞİİR
İlk İslam dönemi, İslam’ın 610 yılında ortaya çıkmasıyla başlayıp, Emevî Devleti’nin kurulduğu 661 yılına kadar devam eden dönemdir. Bu dönem edebiyatına Kur’an-ı Kerim’in üslubu ve içeriği damgasını vurmuştur. İslâm’ın ortaya çıkışıyla birlikte şiirlerin konularında ve biçimlerinde birtakım değişiklikler olmuş; dini ve ahlaki temalı şiirler ön plana çıkarken, hiciv türü Kur’an’ın tasvip etmeyip,[12] Hz. Peygamber’in yermesinin etkisiyle gerilemiştir.
İslam’ın şaire bakışı ve dönemin şiirinin değeri konusunda farklı yaklaşımlar söz konusudur. Arap edebiyatı tarihçilerinin çoğu, İslâm’ın sözde olumsuz bakışından dolayı bu dönemde şiirin üslup bakımından zayıfladığını, içerik bakımından fakirleştiğini öne sürmüşlerdir. Bu kapsamda Asmaî, bu dönemde şiirin, iyilik kaygısı sebebiyle yumuşadığını ve Cahiliye şiirindeki vurgu gücüne sahip olmadığını savunurken, İbn Sellâm el-Cumahî de Arapların Asr-ı saadette savaşlarla uğraştıkları için şiire yeterince zaman ayıramadıklarını, bu sebeple şiir faaliyetlerinin azalarak zayıfladığını ileri sürmüştür. Bu görüşe muhalif olarak, çağdaş Arap edebiyatı tarihçilerinden Şevki Dayf, Müslümanların bu dönemde şiirden kopmadıklarını, aksine iç ve dış savaşlar sebebiyle çok miktarda şiir söylediklerini, bu sayede şiirin parlak bir sürece girdiğini kanıtlamaya çalışmıştır.[13] Yine çağdaş edebiyatçılardan Hanna el-Fâhûri, şiirin ve daha genelde edebiyatın bir miktar gerilediğini kabul etmekle birlikte, bu gerilemenin Câhiliye dönemi ve sonraki dönemlere nisbetle göreceli bir gerileme olduğunu savunmuştur. Ona göre bu dönemde de kimisi İslam’ın karşısında, kimisi yanında duran pek çok değerli şair bulunmaktadır.[14] Bu iki görüş arasında orta yolu benimseyenlere göre ise, bu dönemde şiir, üslup bakımından köklü değişikliklere uğramamış, ancak içerik bakımından İslam’ın öğretilerini savunmak, davetini desteklemek ve başta Hz. Peygamber olmak üzere, önde gelen şahsiyetlerini övmek gibi yeni temalarla çeşitlenmiştir. Bu görüşün dayandırıldığı en temel gerekçe, Câhiliye döneminde şair olarak yaşamış bulunanların, Asr-ı saadette de yaşamaya devam etmeleri ve bu dönemin güçlü üslubunu İslâm’ın başlangıç döneminde de kullanmaya devam etmeleridir.[15]
Bu dönemde öne çıkan şairler arasında Peygamber şairleri diye isimlendirilen Hassan b. Sâbit, Ka’b b. Mâlik, ve Abdullah b. Revâha sayılabilir. Ayrıca, Müslüman olan kardeşine yazdığı hicviye sebebiyle Hz. Peygamber’in hakkında ölüm emri verdiği, ancak ömrünün sonlarına doğru Müslüman olarak Hz. Peygamber’den özür dileyen bir kasîde kaleme alan ve karşılığında onun hırka-i şerifine nâil olan Ka’b b. Züheyr örnek olarak verilebilir.[16] “Bânet Suâd” ismiyle bilinen kasîdenin Hz. Peygamber’den af dilemeyi konu alan en vurgulu beyitlerinden birkaçı şöyledir:
أُنْـبِـئْتُ أنَّ رَسُـولَ اللهِ أَوْعَـدَني * والـعَفْوُ عَـنْدَ رَسُـولِ اللهِ مَأْمُولُ
وقَـدْ أَتَـيْتُ رَسُـولَ اللهِ مُـعْتَذِراً * والـعُذْرُ عِـنْدَ رَسُـولِ اللهِ مَقْب
مَـهْلاً هَـداكَ الـذي أَعْطاكَ نافِلَةَ * الْـقُرْآنِ فـيها مَـواعيظٌ وتَـفُصيلُ
لا تَـأْخُذَنِّي بِـأَقْوالِ الـوُشاةِ ولَـمْ * أُذْنِـبْ وقَـدْ كَـثُرَتْ فِـيَّ الأقاويلُ
“Bana Rasulullah’ın beni uyardığı haber verildi, oysa af umulur Rasulullah nezdinde,
Özür beyan ederek Rasullah’a geldim, Rasulullah katında özür daima kabule şayandır.
Merhamet ve teenni ile muamele et bana, içinde mevızalar ve hükümler bulunan Kur’an’ı sana ihsan eden Allah, hidayetini artırsın.
Mahkum etme beni söz taşıyıcıların sözleriyle, hakkımda birçok dedikodu yapıldıysa da ben o kadar suçlu değilim!”
3. EMEVÎLER DEVRİNDE ŞİİR
Emevîler Dönemi, Emevî Devleti’nin 661’de kurulmasıyla başlayıp, 750 yılında yıkılışına kadar devam eden dönemdir. Bu dönemde şiir, biçimsel yapısı itibariyle Câhiliye ve İslam’ın başlangıç dönemi şiirinin vezin ve kafiye formunu korumakla birlikte, temaları ve içeriği bakımından daha çok Câhiliye şiirine benzemeye başlamıştır. Câhiliye döneminde var olan medih, hiciv, fahr gibi türler bu dönemde de mevcuttur. Kasîde câhiliye dönemindeki canlılığına kavuşmuş, bu dönemde pek çok kasîde şairi yetişmiştir.
Bu arada, dönemin siyasi çekişmeleri ve bu çerçevede meydana gelen hizipleşmeler, siyasi görüşleri birbirinden farklı pek çok şairin yetişmesine ve şiir sanatında çeşitliliğe yol açmıştır. Ayrıca dil ve edebiyat âlimlerinin şiirle ilgilenmeleri ve onu tenkide tabi tutmaları, dönemin şiirinin dili ve yapısal omurgası bakımından daha sağlam olmasını sağlamıştır. Bu vesileyle etkisi de arttığından şiir, pek çok şair için önemli bir geçim kaynağı haline gelmiştir.
Bu dönem şiirinin özelliklerine genel olarak yer verilecek olursa; siyasi şiir gelişmiş ve şiirde başkaldırı ruhu ortaya çıkmıştır. Şîa şairlerinin etkisiyle şiire derin inanç unsurları karışmıştır. Şiir geçim kaynağı haline gelmiş; şiirlerde anlam ve hayal gücü genişleyerek hayatın değişik görüntü ve yansımalarını içermeye başlamıştır.
Bu dönemde yöneticilerin teşvikiyle medih türü gelişmiş ve şairler arasında şiirin bu türünde büyük bir yarış zemini oluşmuştur. Gazel türünde Ömer b. ebî Rebîa, Haris b. Hâlid el-Mahzûmî, Abdullah b. Ömer el-Arcî gibi ünlü şairler yetişmiş ve İslâm’ın doğuşundan Emevîler dönemi gelinceye kadar biraz gerilemiş olan bu tür tekrar canlanarak gelişme imkanı bulmuştur. İslam’ın başlangıç döneminde sadece müşriklere yönelik yapılmasına izin verilen hiciv, Emevîler döneminde yöneticilerin siyasetine aykırı davranan Müslümanlara yönelik de yapılmış, hatta zaman zaman Emevî yöneticileri tarafından teşvik edilmiştir. Mesela rivayete göre Ahtal, Yezid’in işaretiyle ensarı ve bazı önemli Arap kabilelerini hicvetmiştir. Yöneticilerin de desteğiyle gelişen hiciv, bu dönemin en önemli şairleri olan Ahtal, Ferezdak ve Cerîr’in şiirlerinde görüldüğü üzere, rezil edici ve derinden yaralayıcı bir özellik taşımıştır.[17] Yine İslam sadece Allah’ın nimetlerini, müşriklere karşı zafer kazanmayı dile getirmekle övünmeyi mübah kılarken, Emevîler döneminde durum değişmiş, fahr türü Câhiliyede olduğu gibi yaygınlaşmıştır. Mesela ecdadı ve kabilesiyle son derece övünen Ferazdak, Cerir’le hiciv yarışına girdiği Mirbed’te bir şiirinde şöyle demektedir:[18]
إنّ الذي سَمَكَ السّماءَ بَنى لَنَا
بَيْتاً، دَعَائِمُهُ أعَزُّ وَأطْوَلُ
حُلَلُ المُلُوكِ لِبَاسُنَا في أهْلِنَا،
وَالسّابِغَاتِ إلى الوَغَى نَت
أحْلامُنَا تَزِنُ الجِبَالَ رَزَانَةً،
وَتَخَالُنَا جِنّاً، إذا مَا نَجْهَلُ
فادْفَعْ بكَفّكَ، إنْ أرَدْتَ بِنَاءنا،
ثَهْلانَ ذا الهَضَباتِ هل يَتَحَل
“Gökyüzünü yükselten (Allah) bize, sütunları daha değerli ve yüksek olan bir büyüklük ihsan etti.
Meliklerin süsleri, ailemiz içinde bizim elbiselerimizdir. Biz harpte uzun zırhlar giyiniriz.
Akıllarımız (olgunluk ve) vakar bakımından dağlar ayarındadır; (cahillik edip) taşkınlıkta bulunursak bizi cin zannedersin.
Tepelere sahip dağ gibi olan evimizi istersen elinle it! Hiç sallanır mı?”
4. ABBASÎLER DEVRİNDE ŞİİR
Abbasîler dönemi genel olarak üç aşamada ele alınabilir: Abbâsi Devletinin 750’de kurulmasından, Büveyhîler’in Bağdat’ı ele geçirmesine kadar olan süre birinci devreyi (8-10.asırlar), Abbasîler hakimiyetindeki bölgede yeni küçük devletlerin kurulduğu dönem ikinci devreyi (10-13.asırlar), Abbâsi Devleti’nin Moğollar tarafından yıkılıp, Büyük Selçukluların devamı olan Eyyûbîler ve Memlükler’in Arap dünyasının büyük kısmında hâkim olduğu dönem (13-16.asırlar) üçüncü devreyi oluşturmaktadır.[19]
Birinci devrede, başkentin Şam’dan Bağdat’a taşınmasıyla birlikte Arap edebiyatının gelişme seyrinde yeni bir dönem açılmıştır. Bu dönem, Arap edebiyatçıları tarafından edebiyatın altın çağı olarak nitelendirilmiştir. Yapılan fetihlerle birlikte milletler ve halklar birbirine karışmış, tercüme hareketleri başlamış ve başka medeniyetlerin düşünüş sistemleri dönem edebiyatını etkilemiştir. Bu dönemde Abbasî halifeleri -özellikle de ilk on halife- tarafından, edebiyat, sanat ve ilme karşı ilgi gösterilmiş, şairlere cömertçe ihsanlarda bulunulmuş, sarayların kapısı şairlere açılmıştır. Bu sebeple şiir bu dönemde geçim vasıtalarından biri haline gelmiştir. Bundan önceki dönemlerde yönetimde olduğu gibi şiirde de söz sahibi kesim, bütünüyle Araplar’dan oluşmakta iken, bu dönemde hem siyasette hem de şiirde Arap dışı unsurlar söz sahibi olmaya başlamıştır. Bundan dolayı bu dönemde yetişen şairlere muhdes ve müvelled denmiştir. Ayrıca, uygarlığın hızla gelişmesiyle birlikte kentli şairler öne çıkmış ve tamamı Arap olan bedevi şairlerin etkileri zayıflamaya başlamıştır. Böylece hem aslen Arap olmayan şairler yetişmiş hem de şiirin tematik ve biçimsel yapısı bundan etkilenmiştir.[20]
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de şairlerin en çok ilgilendiği konuların başında medih gelmektedir. Abbâsiler devrinde toplumun İslam dininin gereklerine göre idaresi söz konusu olduğundan övülen kişinin takvası, adaleti ve şeriata bağlılığı da olması gereken meziyetler şeklinde ifade edilmekteydi. Araplar ve Arap olmayanlar arasındaki asabiyetin yanı sıra, ilim ve sanat topluluklarıyla değişik mezhepler arasındaki çekişmeleri de içeren asabiyet, Şîa ile Abbâsiler arasında bir halifeyi destekleme konusunda ortaya konulan siyaset, erkek temalı gazele de yer veren cinsellik, şiire renk ve zarafet katmak için sıklıkla şiirlerde yer bulan içki ve vera sahibi Müslümanların dünya zevklerinin esiri haline gelmemeyi öğütleyen şiirlerinde işledikleri züht de bu dönemin şiirlerinin başlıca temaları arasında sayılabilir. Ayrıca coğrafyanın farklılaşmasıyla birlikte, daha önce tabiat, göçebe hayat unsurları ve harabelerle sınırlı olan anlatının kapsamı, uygarlığın çeşitli unsurlarını da içine alarak bir hayli genişlemiştir. Mesela saraylar, bağ ve bahçeler, dost, ilim ve eğlence meclisleri vb. konular şiirlerde işlenmeye başlamıştır.[21]
Kûfe ve Basra gibi şehirlerin yabancı unsurlardan oluşan halkları zındık ve sefih şairler için müsait bir zemin de teşkil etmişlerdi. Bu şehirlerde, söz konusu devrede siyasi istikrar henüz bütünüyle temin edilmediğinden dolayı Kûfe’nin dış mahallelerindeki bazı eğlence yerlerinde İslam’a yabancı akideleri terennüm eden şairler, şiirlerini söyleyebilecekleri ortam buluyorlardı. Bu şairlerin arasında ön planda Beşşar b. Bürd gelmektedir. Şiirde yenileşmenin öncüsü kabul edilen Beşşar b. Bürd, fasih ve hatasız bir Arapça melekesine sahip olarak yetiştiğinden dolayı nahiv âlimlerinin şiirini delil kabul ettiği son şair olmuştur. Dilinde ve üslubundaki zenginliğiyle mütekaddimûn şairlerin sonuncusu; Arap şiirine getirdiği yeni temalar ve kullandığı lafzi güzellik unsurlarıyla müvelled şairlerin ilki kabul edilmiştir. Yine öne çıkan şairlerden aşk, içki ve cinsellik temalı şiirleriyle Ebû Nüvâs (ö.814), Câhiliye döneminden beri hep aynı temaların işlendiği kasîdeye yenilikler getirmeye çalışmış, bununla birlikte Arap şiiri tarihinde şiirlerinde yer verdiği müstehcenlikle bütün ahlaki değerleri çiğnediği için edebiyatçılar tarafından yerilmiştir. Ebû Temmâm (ö.845), el-Buhturî (ö.897) ve İbnu’r-Rumi (ö.895) gibi şairler tabiat tasvirleriyle ilgili yazmış oldukları kasîdelerle öne çıkmıştır. Görüldüğü üzere çok farklı temayüllere sahip şairlerin elinde gelişen Abbâsiler devri şiirinde İslam’ın değerlerini terennüm eden şairler de bulunmaktaydı. Züht ve tasavvuf şairleri olarak bilinen bu şairlerin başlıcaları Abdullah b. el-Mübarek (ö.737-797), Rabiâ el-Adeviyye (ö.801) ve Ebu’l-Atâhiye (ö.825)’dir. [22] Râbiâ el-Adeviyye, İslam tasavvuf tarihinde ilahi aşkı terennüm eden ilk sûfîdir. Bir şiirinde şöyle demektedir:[23]
“Seni iki çeşit sevgi ile; benliğin sevgisi ve layık olduğun sevgi ile seviyorum.
Benliğin sevgisi, Sen’den başka her şeyi bırakıp sadece Sen’i anmamdır.
Lâyık olduğun sevgi ise, Sen’i görmem için perdeleri kaldırmandır.
Ama ne bu, ne de öteki sevgide benim için övünç payı yok; hamd sadece Sen’in.”
Abbâsiler döneminin ikinci devresinde ise, şiir daha çok, farklı bölgelerde iktidarı ellerinde bulunduran küçük devletlerin himayesinde gelişme imkanı bulmuştur. Saraylarında siyasi emelleri için şairleri himaye eden emirler, böylece şiirin gelişmesine de katkıda bulunmuşlardır. Ancak şairler bütün bu imkanlara rağmen, bazen büyük zorluklara katlanmışlar, hatta nefret ettikleri hâmilere de kasîdeler yazmak durumunda kalmışlardır.[24] Bu dönemde en çok öne çıkan şair Mütenebbî (ö.965)’dir.
Şiirleri, döneminin şairleri tarafından eleştirildiği halde yüzyıllar boyunca sevilmiş, kasîdeleri şiirde örnek alınmıştır. Bir saray şairi olan Mütenebbî, kendisini herkesten üstün gördüğü ve söylediklerini kimsenin anlamayacağını düşündüğü için yazdığı kasîdelerinde hep kendine hitap etmiştir. En güzel kasîdelerini Seyfu’d-Devle’nin sarayında kaldığı sırada yazan şair, oldukça renkli ve hareketli bir yaşam sürdürmüştür.[25]Bu devrenin meşhur şairleri arasında Ebû Firâs el-Hamdânî (ö.968) ve Ebu’l-‘Alâ el-Ma’arri (ö.1057) de zikredilmelidir.
Abbâsiler döneminin üçüncü devresinde Moğol istilaları sonucu İslam medeniyetinin büyük merkezleri yıkılarak, ilmi ve edebi eserler büyük tahribata uğradı. Arap edebiyatı, Eyyûbilerle Memlüklerin hâkim olduğu Suriye ve Mısır’da gelişme imkânı buldu. Bu dönemde hilâfet sembolik hale gelmiştir, asıl hâkimiyet Memlük sultanlarındadır. Bundan dolayı, Arap edebiyatçılarının bazısı, bu devreyi bağımsız bir devre olarak “Memlükler Dönemi”, veya Osmanlı dönemini de bu dönem içine katarak “Edebü’l-inhıtât (çöküş dönemi edebiyatı)” vb. isimler altında ele almışlardır.[26]
Bu dönem fikri çeşitliliğin var olduğu bir dönemdir. Moğol istilaları, İslam beldelerinin Haçlılar tarafından işgal edilmesi, veba salgınları gibi sebeplerle halkın tasavvufa yönelmesiyle tasavvufun etkisini artırdığı bir dönemdir. Bu yüzden bu dönemde na’t ve bedîiyyat türü revaç bulmuştur. Arapların hükümranlıktan uzaklaşıp, müvelled şairlerin Arapça’yı sonradan öğrenmelerinin etkisiyle şiir, fıtrî duygulardan ziyade sanat için söylenir hale gelmiştir. Edebi sanatlar, şiirlerde yoğun olarak kullanılmaya başlamış ve edebiyatta nelikten çok nasıllık öne çıkmaya başlamıştır. Didaktik şiirlerin de kaleme alınmasıyla birlikte şiir duygusuz, kuru bir hale gelmiştir. Ayrıca Endülüs’ten gelen muvaşşah ve zecel türleri yaygınlaşmıştır. Bu dönem şairlerine örnek olarak, Kasîde-i Bürde şairi Busirî zikredilebilir.
5. OSMANLI DEVRİNDE ŞİİR
Arap edebiyatında Osmanlı dönemi, Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılında Suriye’ye, 1517 yılında da Mısır’a girişi ile başlar ve 1798’de Fransızların Mısır’ı işgal etmesiyle sona erer.[27] Arap edebiyatında Osmanlı dönemi denilince daha çok Mısır, Suriye ve Lübnan bölgesi anlaşılır. Ancak Anadolu bölgesinde de Arap edebiyatına dair eser veren pek çok Türk âlim bulunmaktadır. Bu âlimleri ve eserlerini de Arap edebiyatı kapsamında değerlendirmek gerekir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişme aşamasındaki yaklaşık 2.5 asır boyunca Araplar Eyyûbilerin ve Memlükler’in yönetimi altındaydı. Bu yüzden bu asırlarda Arap edebiyatının Osmanlı Devleti’yle ciddi bir bağının olmadığı düşünülmektedir. Mısır’ın Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle birlikte, Osmanlılar’ın denetimi altında geçirilen yaklaşık üç asır, pek çok Arap edebiyat tarihçisi tarafından en kısır ve en durgun dönem olarak nitelendirilmiş[28] ve bu dönem için “asru’l-inhitat (çöküş dönemi)”, “Usûru’l-inhidâr (gerileme dönemleri)”, “Arap edebiyatının karanlık çağları”, gibi ifadeler kullanılmıştır.[29] Bu dönem hakkındaki Osmanlı-Türk düşmanı oryantalistlerin dillendirdikleri ithamları[30], birkaç insaflı araştırmacı dışında doğulu Arap edebiyatçıları da aynı şekilde kitaplarına aktarmakta beis görmemiş, Arap edebiyatında Osmanlı hâkimiyeti altında geçirilen yaklaşık üç asır “keen lem yekun” hükmünde sayılmıştır.
Hâlbuki yüzeysel bir araştırma dahi yapılsa görülecektir ki, haksız ithamların aksine bu dönem, geçmiş dönemlerin devamı olup, modern dönem için bir alt yapı oluşturmuştur. Bu dönemde Arap edebiyatının varlığı değil, nasıllığı elbette tartışılmalıdır ve tartışılacaktır. Ancak her dönemin kendine has özelliklerinin bulunduğu unutulmamalıdır. Bu dönemin parlak bir dönem olduğunu söylemek ne kadar güçse, çöküş dönemi olduğunu söylemek de o kadar güçtür. Arap edebiyatçılarının çoğunun bu dönemi “inhitat dönemi” olarak isimlendirmesi, herhalde bazı Arap edebiyatçılarının da ifade ettiği gibi, her asırda bir Mütenebbî görmek istemelerinden kaynaklanmaktadır.[31]
Arap edebiyatı açısından en önemli topraklara Arap olmayan ve dilleri de Arapça olmayan bir milletin hâkim oluşu Arap edebiyat tarihçileri tarafından Arap edebiyatının gerileme sebebi olarak görülse de, Osmanlı Devleti’nde başta bizzat Osmanlı sultanları olmak üzere, Osmanlı bilim adamları, edebiyatçıları ve âlimleri Arap dili ve edebiyatına çok önem vermişlerdir. Osmanlı Sultanlarından bazılarının Arapça şiirler kaleme aldıkları, hatta Arapça divanlarının bulunduğu bilinmektedir. İbnu’l-Imâd, el-Karamânî vb. tarihçiler Yavuz Sultan Selim’in Mısır’da ikamet ettiği sırada kaldığı sarayın duvarındaki mermere aşağıdaki Arapça şiiri yazdığını ifade etmektedirler:[32]
الملك لله من يظفر بنيل مني يتركه قسرا ويضمن بعده الدركا
لو كان لي أو لغيري قدر أنملة فوق التراب لكان الأمر مشتركا
“Mülk Allah’ındır, kim mülkü elde etse bir gün istemeyerek de olsa bu mülkü bırakır, ondan sonra da bu mülkü bir başkası alır,
Toprak üstünde benim ya da benden bir başkasının karıncanınki kadar gücü olsa, bu güç kendisinden sonra bir başkasına geçecektir.”
El-Muhibbî de Hulâsatu’l-eser’de Sultan I.Ahmed’in biyografisini verirken, onun çok güzel Arapça şiirler söylediğini belirtir ve bir gazelini aktarır.[33]
ظَبْيٌ يَصُولُ وَلاَ اِتِّصَالٌ إِلَيْهِ جَرَحَ الفُؤَادَ بِصَارِمِى لِظَيْهِ
مَا قَامَ مُعْتَدِلاً وَهَزَّ قَوَامَهُ إِلاَّ تَهَتَّكَتِ السُّتُورُ عَلَيْهِ
يَسْقِى المُدَامَةَ مِنْ سُلاَفَةِ رِيقِهِ وَيَخُصُّنَا بِالْغَنَجِ مِنْ جَفْنَيْهِ
عَيْنِاهُ نَرْجِسُنَا وَآسُ عِذَارِهِ رِيْحَانُنَا وَالوَرْدُ مِنْ خَدَّيْهِ
"Bir ceylan ki gezer ve ona ulaşmanın imkanı yoktur, bakışlarının kılıçlarıyla benim kalbimi yaraladı.
Her ayağa kalkıp salınışında ancak büyüleyiciliği ve etkileyiciliği görünür onda.
Dudaklarının şarabından şarap sunar ve özellikle bize gözlerinden ateşli arzular gönderir.
Gözleri nergisimiz, yanağı reyhanımızdır, gül de onun yanaklarındandır.”
Ayrıca Osmanlı, fethettiği topraklarda, Batılıların işgal ettikleri topraklarda yaptığı gibi kendi dilini dayatmamış, bilakis kendilerini İslâm’ın muhafızı olarak gördüklerinden dolayı özellikle Kur’ân dili Arapça’yı medrese müfredatlarının başına koymuşlar,[34] sarf, nahiv ve belağat alanında pek çok eser telif ederek Arap edebiyatının gelişimini desteklemişlerdir. Osmanlı âlimlerinin çoğu Arapça’yı şiir telif edecek kadar iyi bilmekteydiler. Mesela ünlü İslam âlimi ve Osmanlı’nın büyük şeyhülislamı Ebussuud Efendi (ö.1574) yüksek sanat ve ruh taşıyan Arapça şiirler yazmıştır. Bunların en meşhuru Kasîde-i Mîmiyye’dir. Bu kasîde ünlü şair Ebu’l-Alâ el-Ma’arrî’nin elif mim harfleriyle kâfiyeli felsefî bir kasîdesine nazîre olarak yazılmıştır. Tamamen Türk medreselerinde yetişmiş bir Türk âlimin eksiği, kusuru olmayan, Araplar tarafından şerh edilen, edebi değere sahip bir Arapça kasîde yazmış olması bu dönemdeki Arapça eğitimine verilen önemin tezahürü olarak zikredilebilir.[35]Yine aynı devirde yaşamış olan âlimlerden Abdülkerimzâde Mehmed Efendi (ö.1565) tarafından Ebussuud Efendi’nin kasîdesine nazire olarak bir Mim Kasîdesi yazılmıştır.[36] Türk medreselerinde yetişen Mehmed Efendinin, hocası Ebussuud Efendi gibi, edebi önemi büyük olan Arapça bir kasîde yazmış olması, Osmanlı dönemindeki Arapça eğitiminin sürekliliğini ve kalitesini göstermektedir.
Osmanlı dönemine, Arap edebiyatında şiirin genel durumu açısından bakacak olursak; şiir konularının Memlüklerde olduğu gibi devam ettiği söylenebilir. Câhiliye edebiyatında var olan şiir türleri bu dönemde de mevcuttur. Medih, hiciv, fahr, mersiye, hamriyyât, gazel, zühd, hikmet, nasihat alanlarında şiirler yazılmıştır.
Medih şiirleri bu dönem şiir türlerinin en önemlilerinden biridir. Şairler Osmanlı sultan ve velîlerini, yerli yöneticileri, vezirleri, din ve bilim adamlarını, kadıları vb. her fırsatta methetmişler, buna karşılık bazen sultanlar tarafından ödüllendirilmişlerdir. Nitekim bu dönem şairlerinden Şihâbuddîn Ahmed b. El-Huseyn, dönemin Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’i;
خذو من ثنائي موجب الحمد والشكر ومن در لفظي طيب النظم والنثر
“Övgümde hamd ve şükrün gereğini, inciler misali sözlerimde nazmın ve nesrin güzelliğini bulacaksınız.” şeklinde başlayan uzun bir şiirle metheder. Bayezid şiiri çok beğenir, şaire bin dinar ödül verip her yıl kendisine yüz dinar altın verilmesini ve bu miktarın şairin ölümünden sonra çocuklarına gönderilmesini emreder.[37]
Bu dönemde, uzun soluklu ve çok fahiş ifadelerin kullanıldığı hiciv şiirleri pek görülmemektedir. Daha önceki dönemlerde ön plana çıkan Cerîr, Ferazdak, Ahtal gibi belirgin bir hiciv şairinden söz etmek mümkün değildir. Bu durum, döneme hâkim olan nezaket ve ince ruhluluk için bir gösterge sayılabilir.[38]
Bu dönemde dini edebiyat diğer dönemlere nazaran daha yaygındır. Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğu toprakların büyüklüğü düşünülürse, farklı milletlerden insanları aynı duygu etrafında toplayıp, birliği sağlamak için, konusu Hz. Peygamber olan na’t, bediiyyât (sanatlı peygamber medhiyeleri), mevlid, tevessül (şefaat dileme şiirleri) ve tasavvuf konulu pek çok şiir yazılmıştır.
Ayrıca medreselerdeki dilin Arapça olması sebebiyle didaktik şiir (eş-şi’ru’t-ta’lîmî) yaygındır. Didaktik şiirlere, her beytinde bir kelâm meselesi veciz bir şekilde ifade edilmeye çalışılan Hızır Bey’in manzum akaid risalesi el-Kasîdetu’n-Nûniyye örnek olarak verilebilir. Hızır Bey, kasîdesinde ele aldığı kelam meselelerini şekillendirirken Ebû Hanife’nin akaide dair risalelerinden ve Nesefî’nin Akaid’inden istifade etmiştir. Risâlede herkesin bilmesi gereken sahih akîdeler ve bunların dayandığı deliller Ehl-i sünnet ekolünün Mâturîdiyye kolu anlayışı doğrultusunda ortaya konmuştur. El-Kasîdetü’n-Nûniyye özgün bir metin olup önemli bilgiler içermesi yanında sanatkârane bir anlatıma sahip olmasıyla da ilgi görmüş ve üzerine pek çok şerh ve tercüme çalışması yapılmıştır.[39]
Bu dönemin şiirine yöneltilen eleştirilerden biri şiirde şekle, edebi sanatlara, kelimelerle oynamaya çok önem verilip, mananın ve duyguların geri planda kalmasıyla üslubun kalitesinin düşmesidir.[40] Bu eleştirilerin haklılık payı vardır. Şöyle ki; bu dönemde şiir üslubu klasik dönemdeki basit, sade üsluptan farklı olup, şiirin dili Abbâsilerin son döneminde olduğu gibi ağır, ağdalı bir dildi. Sözün güzel ifade edilmesi, mananın önüne geçmişti. Kasîdelerin her beyitinde belağat sanatları kullanılmakta, şiiri yazan/okuyan kimsenin çok iyi derecede belagat bilgisine sahip olması gerekmekteydi. Edebi sanatların kullanıldığı şekle dayalı şiirler bundan önceki dönemlerde de bulunmakla birlikte bu dönem şairlerince geliştirilmiş ve ilaveler yapılmıştır. Te’rih, taştîr, tahmis, tezyîl, tatrîz bunların başlıcalarıdır.[41]
Dönemin şiiri üzerinde değerlendirme yapmayı zorlaştıran hususlar; araştırılacak coğrafyanın çok geniş olması, dönemin uzun olması ve en önemlisi dönemin birçok şairinin divanlarının henüz yazma halinde bulunmasıdır. Divanı basılan şairlerden bazıları şunlardır: en-Nablûsî, Ahmed el-Kîvânî, el-‘Ayderus Abdurrahman b. Mustafa,Cermanus Ferhat, el-Emîr Mencik Bâşa el-Yusufî, İbnu’n-Nakîb.[42]
Osmanlı döneminde yazılmış, hâlihazırda mahtut (yazma halinde) olan ve dünyanın çeşitli kütüphanelerinde keşfedilip, tahkik edilmeyi bekleyen pek çok Arapça divan bulunmaktadır. Bu eserler gün yüzüne çıkartılıp, objektif olarak değerlendirilebilirse, bu çalışmaların ışığında Arap edebiyatında Osmanlı dönemi, bütüncül bir şekilde yorumlanıp hak ettiği yeri bulma imkanı elde edebilecektir.
SONUÇ
Bu makalede Arap edebiyatında belki de en büyük yeri tutan Arap şiirinin Câhiliye’den Osmanlı’ya kadar geçirdiği süreç, genel açılardan ele alınmış, her dönemin bir önceki dönemlerden farkı ve şiire kattığı yenilikler kabaca ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Buna göre;
-
Klasik şiirin beşiği olarak nitelendirilebilecek olan Câhiliye dönemi, Arap edebiyatçıları tarafından sonraki dönemler için bir mihenk taşı sayılmış ve her dönem şiiri, Câhiliye dönemiyle kıyaslanarak değerlendirilmiştir.
-
İlk İslam dönemine Kur’an’ın üslubu damgasını vurmuş ve bu dönemin şiir konuları İslam’ın esasları ve Hz. Peygamber’in buyrukları doğrultusunda şekillenmiştir.
-
Emevîler döneminde, Hz. Peygamber döneminde önemini kaybeden medih, hiciv gibi türler yöneticilerin teşvikiyle tekrar Câhiliye’deki canlılığına kavuşmuş, edebi tenkidin gelişmesiyle birlikte şiirin dili daha sağlam hale gelmiştir.
-
Abbâsîler devri, Arap edebiyatçıları tarafından edebiyatın altın çağı olarak nitelendirilmiş ve bu dönemde pek çok şair yetişmiştir. Bu dönemde Batı’dan yapılan tercümelerin etkisiyle, başka medeniyetlerin düşünce sistemleri de Arap edebiyatı bünyesine katılmıştır. Coğrafyanın değişmesinin etkisiyle şiirlerde kullanılan çöl, harabe, çadır vb. temalar yerini saray, bağ, bahçe vb. temalara bırakmıştır. “Memlükler dönemi” olarak da isimlendirilen Abbâsilerin son döneminde ise şiirde müvelled şairlerin edebi sanatlara sıkça başvurmaları neticesinde, şekil mananın önüne geçmiş, bu da Arap edebiyatçıları tarafından tenkide sebep olmuştur.
-
Osmanlı devri, geçmiş dönemlerin devamı niteliğinde olup, modern dönem için bir alt yapı oluşturmuştur. Önceki dönemde var olan şiir türleri bu dönemde de mevcuttur. Ayrıca edebi sanatların kullanıldığı şekle dayalı şiirler bu dönem şairlerince geliştirilmiştir. Ancak maalesef bu dönem araştırmacılar tarafından sadece yüzeysel ve objektiflikten uzak bir şekilde incelenmiş, oryantalistlerin bu dönem hakkında yazdıkları, Arap edebiyatçıları tarafından da hiçbir araştırma ve inceleme yapılmadan peşinen kabul edilip dillendirilmiştir. Bu dönem ancak kütüphanelerde araştırmacılarını bekleyen pek çok eserin tahkik edilip, objektif bir şekilde değerlendirilmesi sonucunda hakkıyla anlaşılabilecektir.
-------------------------------------------------
[1] Ahmet Suphi Furat, Arap Edebiyatı Tarihi-I, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1996, s.64.
[2] Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi-I Câhiliye Dönemi, Kayseri, Fenomen yayınları, 2014, s.75.
[3] Mustafa Çınar, ‘’Kasîde Nazım Şeklinin Tarihi Gelişimi’’, Ekev Akademi Dergisi, sayı:27, s.206.
[4] Câhiliye döneminde şiiri teşvik eden âmiller hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi-I Câhiliye Dönemi, s.75-94.
[5] Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi-I Câhiliye Dönemi, s.127-129.
[6] Tevfik Rüştü Topuzoğlu, “Recez”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2007, C.34, s. 509.
[7] Nihad M.Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Matbaası,1973, s.70.
[8] Hüseyin Elmalı “Kasîde”, DİA, İstanbul 2001, C.24, s. 562.
[9] Şerafeddin Yaltkaya (çev), Muallakat, İstanbul, M.e.b yayınları, 1989, s.16
[10] Ayrıntılı bilgi için bkz. Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi-I Câhiliye Dönemi, s.114-116.
[11] Arap şiirinin belli başlı mevzuları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi-I Câhiliye Dönemi, s. 130-172.
[12]Kur’an’da şairlerle ilgili ayetlerde, Câhiliye devrinin inançlarını devam ettirenler ve Rasulullah’ı hicvedenleri yeren ifadeler için bkz. Şuara 224,225,226.
[13] Mehmet Yalar, ‘’Arap Şiiri’’, İslam Medeniyetinde Dil İlimleri içinde, ed. İsmail Güler, İstanbul, İsam Yayınları, 2015, s.325-327.
[14] Hannâ el-Fâhûrî, el-Câmi’ fî târihi’l-edebi’l-arabî, Beyrût, Daru’l-cîl, 1986, s.386.
[15] Yalar, a.g.m, s.327.
[16] Bu şairlerin hayatları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Furat, Arap Edebiyatı Tarihi 1, s.117-132.
[17] Yalar, a.g.m, s.331-339.
[18] Furat, a.g.e, s.160.
[19] Abbâsiler devri Arap edebiyatı dönemleri için bkz. Furat, a.g.e, s.205-348.
[20] Furat, a.g.e, s.220; Yalar,a.g.m, s.340.
[21] Furat, a.g.e, s.266; Yalar, a.g.m, s.341-342.
[22] Yalar, a.g.m, s.343-348, Fâhurî, a.g.e, s.666-690, Furat, a.g.e, s. 267-284.
[23] Furat, a.g.e, s.280.
[24] Furat, a.g.e, s. 320.
[25] Çınar, a.g.m, s.208.
[26] Bkz. Fâhuri, a.g.e, s.1024,
[27] Abbâsiler döneminin son devresine kadar Arap edebiyatının dönem belirlemelerinde farklı bir görüş bulunmazken, Bağdat’ın 1258 yılında Moğollar’ın eline geçtiği tarihten, günümüze kadar dönemlerin belirlenmesinde ve isimlendirilmesinde ciddi ihtilaflar söz konusudur. Buna bağlı olarak Arap edebiyatının Osmanlılar dönemini içine alan devresinin ne zaman başlayıp ne zaman bittiği ve nasıl isimlendirileceği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır.Bu konudaki görüş farklılıkları hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Kenan Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, Kayseri, Fenomen Yayıncılık, 2015, s. 29-38.
[28] Bkz. Hüseyin Yazıcı, ‘’XVII.Asır Arap Edebiyatının Kısa Bir Değerlendirilmesi Ve Hızır B. Muhammed El-Amasi’’, Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, 2001, cilt: 1, sayı:2, s.55.
[29] Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, s.37.
[30] Bu ithamlar ve bunlara verilen cevaplar için bkz. Kenan Demirayak, ‘’Osmanlı Dönemi Arap Edebiyatı Üzerine Değerlendirmeler’’, Şarkiyat Mecmuası, sayı:26, s.42-53.
[31] Bkz. Yazıcı, a.g.m, s.55.
[32] Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, s.47.
[33] El-Muhibbî (Muhammed Emin b. Fadlillah), Hulâsatu’l-Eser Fî A’yâni’l-Karni’l-Hâdî ‘Aşer, cilt:1, Beyrut, s.284-285.
[34]Osmanlı medreselerinde dini ilimlerden önce sarf, nahiv, belagat öğretilirdi. Osmanlı medreselerindeki eğitim müfredâtı için bkz. Şükran Fazlıoğlu, “Manzûme Fî Tertîb El-Kutub Fî El-Ulûm Ve Osmanlı Medreselerindeki Ders Kitapları’’, Değerler Eğitimi Dergisi, sayı: 1, s.97-110.
[35] Kasîde-i Mîmiyye’nin tam metni ve hakkında daha geniş bilgi için bkz. Süleyman Ateş, ‘’Ebu’s-Suûd Efendi’’, Kur’an Mesajı: İlmi Araştırmalar Dergisi, 1998, cilt: 1, s.3-14; Pehlul Düzenli, ‘’Şeyhülislam Ebussuud Efendi: Bibliyografik Bir Değerlendirme’’, Türkiye Araştırmaları LiteratürDergisi, 2005, cilt: 3, sayı:5, s.441-475.
[36]Abdullah Kızılcık, ‘’Osmanlı Dönemi Âlim ve Şairlerinden Abdülkerimzâde Mehmed Efendi ve Kasîde-i Mîmiyyesi’’, Şarkiyat Mecmuası, 2007, sayı: 11, s.59-76.
[37] Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, s.102. Ayrıca bu şiirin tahkikli tam metni ve tercümesi için bkz. Şükran Fazlıoğlu, ‘’Mekkeli Şair İbnu’l-Uleyf’in Sultan II.Bayezid’e Yazdığı Kasîde’’, Divan: İlmî Araştırmalar, 2001, cilt:6, sayı: 11, s.163-181.
[38] Demirayak, a.g.e, s.418.
[39] M. Said Yazıcıoğlu, ‘’el-Kasîdetü’n-Nûniyye’’, DİA, İstanbul, 2001, cilt:24, s.571.
[40] Bkz. Fâhûrî, a.g.e, s.1028.
[41] Edebi sanatların kullanıldığı şekle dayalı şiirler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, s.371-416.
[42]Divanı basılan diğer şairler için bkz. Demirayak, Arap Edebiyatı Tarihi Osmanlı Dönemi, s.99.
|
Kutlay, Zahide
Son Yazıları
• Câhiliye´den Osmanlı´ya Arap Şiirinin Tarihî Serencamına Genel Bir Bakış
Kavram Sözlüğü
Deneme yazılarınızı gönderin, yayınlayalım!
|