İran Gezi Yazısı Ⅳ / ŞİRAZ
ŞİRAZ
Şairler, krallar, aşıklar, bilgeler şehri ...
Şiraz, Ahameniş imparatorluğu zamanında kurulmuş bir şehir. Daha sonraları en güzel yıllarını Zend Hanedanlığı zamanında yaşamış. Zend Hanedanı Kerim Han şehre görkemli yapılar yaptırmış. Kendisini Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) vekili ilan eden Kerim Han, yaptırdığı birçok yapıya da Vekil adını koymuş.
Isfahan’dan Şiraz’a otobüsle altı saatte ulaşıyoruz. Terminale kayıtlı taksilerle otelimize geliyoruz. Lobide bir süre pazarlık yaptıktan sonra odamıza yerleşiyoruz.
Otel labirent sokakların içinde, eski konakların restore edilmesiyle butik otele çevrilmiş bir yapı. Her yerde karşılaştığımız gibi burada da Azeri Türklerle karşılaşıyoruz. Sabah uyanır uyanmaz kahvaltı bölümüne geçiyoruz. İran mimarisinin olmazsa olmazı eyvanda bir havuz etrafında odalar ve yemek masaları var. Her odaya farklı bir isim verilmiş. Çini karoların her birinin üzerinde bir filozofun ismi yazıyor.
Kahvaltıda havuç reçeli, Yezd bisküvisi, yufka ekmek ve patates kavurması vardı. Ülkemizde gördüğümüz bol çeşit ve lezzeti buralarda görme beklentimiz kalmamıştı zaten. Yurt dışına çıktığımızda ülkemiz mutfağının ne kadar zengin ve lezzetli olduğunu her defasında yeniden fark ediyoruz.

Yan masada, buralı oldukları belli olan iki kız oturuyor. Oldukça bakımlılar, İranlı kadınların kendine mahsus bir özenleri var. Selamlaşıp konuşmaya başlıyoruz. Tahran’da oturuyorlarmış ve Şiraz’ı gezmeye gelmişler. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince çat-pat Türkçe konuşarak Türk dizilerini izlediklerini ve Türkçe öğrenmeye çalıştıklarını söylüyorlar. Burada kalan son iki günü iyi değerlendirmeye çalışıyoruz. Dışarı çıktığımızda iki kişinin bize doğru gelmekte olduğunu görüyoruz. İçlerinden biri Türkçe konuşunca hemen selam veriyoruz. Biz de onlar da çok seviniyoruz. Biri Giresun’dan Tuba, diğeri İstanbul Esentepe’den Galip Amca. Tuba, Kuzey Irak’tan yeni gelmiş. Galip Amca’nın ise İran’a ikinci gelişi. Tuba bize indiği taksiciyi tavsiye ediyor, biz de hemen şehri gezdirmesi konusunda taksici beyle anlaşıyoruz. Taksici aslen Afganlı. Tahran’dan aşağı Güney’e doğru indikçe Özbek, Tacik gibi Türkistanlı olanlara daha çok rastlıyoruz. Bir yerden geçerken taksici işte burası Sünni Camii diye işaret etmişti. Dönüp baktığımızda baştan aşağı beyazlar giymiş çekik gözlü bir amcanın seğirterek camiye gittiğini gördük. Caminin dışında tedbir amaçlı iki polis bekliyordu.
İREM BAĞI
Güllerin arasından geçerek İrem Bağı’na girmek için bilet alıyoruz. Girişte 19. yüzyılda yapılmış masalsı bir köşk bulunuyor. Hafız ve Sadi gibi şairlerin şiirleri ön cepheyi süslüyor. Burası da Klasik İran Bahçe Sanatı tarzında düzenlenmiş; önünde büyük bir süs havuzu bulunuyor, yanında palmiye ağaçları var, etrafı güllerle lavantalarla rengarenk çiçeklerle süslenmiş.
Oldukça büyük bir alana kurulmuş İrem Bağı’nda yedi yüz farklı çeşit bitki bulunuyormuş. 79 devrimine kadar Şah Rıza Pehlevi’nin annesinin yazları burada geçirdiği söyleniyor.
NASIR EL MÜLK CAMİİ
Şüheda caddesinde bulunan Kerim Han Kalesini gezdikten sonra en çok merak ettiğim yer olan Nasır El Mülk Camii’ni, diğer adı Pembe Camiyi, ziyarete gidiyoruz. Cami, Kaçar Hanedanı Nasır el- Mülk’ün emriyle yapılmış. Yine havuzlu bir avludan camiye giriyoruz. Cami’nin rengarenk çini ve vitrayları gören herkesi hayran bırakıyor. Sabah güneşin ilk ışıklarıyla birlikte cami gökkuşağı renklerini alıyormuş fakat biz saat on gibi gittiğimizden o görüntüleri yakalayamadık.

HAFIZ’ IN KABRİ
Rindlerin Ölümü
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
Hafız-ı Şiraz’ın kabrini ziyaret etmek üzere kabrinin bulunduğu Hafiziye semtine gidiyoruz. İran’da şairler evliya muamelesi görüyor, adlarına türbe yaptırılıyor. Bugün İran’da her evde Kuran’ın yanında Hafız’ın Divanı da yer alıyor. Dost meclislerinde bir araya geldikleri her yerde Hafız’ın gazellerini okuyorlar.
Servi-naz ve portakal ağaçlarının yanından geçerek merdivenlerden türbeye doğru çıkıyoruz. İçeri girdiğimizde kulağımıza hoş, tatlı bir ses geliyor, kendimizi sesin ahengine bırakıyoruz. Hoparlörden Hafız’ın Divanı’ndan beyitler okunuyor. Hafız’ın Şirazlı güzel için yazdığı beyitler olabilir mi acaba diye içimizden geçiyor. Burası klasik bir matem yeri değil, asude bir bahar ülkesi adeta. Hafız’ın şiirleri dilden dile dökülüyor. Genci-yaşlısı akın akın türbeyi ziyarete geliyorlar.
Biz de saygıyla huzurundan ayrılıp dış kapıya yöneliyoruz. Karşımıza çocuklar çıkıyor, ellerinde tuttukları muhabbet kuşlarını bize doğru uzatıyor; “hadi bakalım bahtına ne çıkacak” der gibi bakıyorlar. Burada Hafız usulü fal bakmak adetmiş. Hafız’ın beyitlerinden biri kâğıda yazılır, kuş hangisini çekerse ona göre yorum yapılırmış.
PERSEPOLİS (TAHT-I CEMŞİD)
Tuba’yı da alarak hep birlikte büyük Pers İmparatorluğunun başkenti olan Persepolis’e doğru yol alıyoruz.
Persepolis Antik kenti Pers imparatorluğuna bağlı Ahameniş hükümdarı I. Darius tarafından M.Ö. 518 yılında kurulmuş. Unesco dünya mirası listesinde yer alan tarihi mekân, İran’ın en önemli kültürel miraslarından biri.
Batı Anadolu’dan Hindistan’a, Ön Asya’da geniş ve görkemli bir imparatorluk kurmuş olan Kral Darius, birçok küçük krallığı kendisine bağlamış, bu özelliğinden dolayı da Krallar Kralı unvanını almış.
Büyük İskender Hindistan seferinden dönerken ordusuyla birlikte bu şehre girdiğinde gördüklerinin hayallerinin bile ötesinde olduğunu görünce;
- “işte cennet benim oldu.” der.
Tepeye kurulu bu Antik kente merdivenlerden çıkarak 'milletler kapısından' giriyor ve bu muhteşem kenti gezmeye başlıyoruz. Kenti korumakla görevli, insan başlı kanatlı boğa heykelleri karşılıyor gelenleri. Yüksek sütunların önünden saray kompleksine doğru ilerledikçe tapınaklar, su kemerleri, çeşitli heykeller ve kabartmalarla karşılaşıyoruz.

Saraya çıkan merdiven duvarlarındaki rölyefler dikkatimizi çekiyor. Kabartmalardan dönemin inanış tarzını ve saray hayatını gözlemliyoruz. Kral, ya ateş mihrabı önünde dua eder vaziyette ya da bir ejderha ile mücadele ederken, onu hançerlerken görülüyor. Bütün kabartmalar, yalnız o zamanki sanatı değil, saray hayatını da gözler önüne seriyor. Figürler o kadar ince detaylarla yapılmış ki hayran olmamak elde değil. Kabartmadaki elbisenin kıvrımları mermerden değil de adeta ipek kumaştan yapılmış gibi. Özellikle Nevruz kutlamaları sırasında imparatorluğa bağlı 24 farklı devletin elçilerinin heyetler halinde hediyelerini sunmalarını gösteren bölüm gerçekten harika. Bütün halklar topraklarının en güzel ürünlerini, en güzel hayvanlarını veya sanat eserlerini krala armağan olarak sunmak için sırada beklemekteler.
Büyük Darius tarafından başlatılan Persepolis’in yapımı 150 yıl sürmüş. Büyük İskender şehri ele geçirdiğinde ülkeyi yakıp yıkmış ve altınları söktürüp 4.000 katırla ülkesine göndermiş.
Sarayın kalıntıları üzerinde dolaşırken Darius’un sözleri kulaklarımızda tekrar yankı buluyor:
“Ben ki; krallar kralı büyük şah Darius’um. Şahlar şahı. Her dilden dünya ülkelerinin şahı.”
Buraya kadar gezdiğimiz gördüğümüz yerleri anlatmak, yaşadığımız güzel anıları sizlerle paylaşıp sevincimizi çoğaltmak istedik. Gezi boyunca nahoş şeyler de gördük, fakat güzellikleri hatırlamanızı yeğledik. Kendimizi orada hiç yabancı gibi hissetmedik. İyi ki gelmişiz dediğimiz bir yer oldu; bizim için de önemli olan buydu. İran’da olduğu gibi “Huda Hafız” diyerek bir başka gezide buluşmak üzere...
|