İslami Yenilenme Makaleler Ⅲ / Fazlur Rahman Malik
Makaleler serisinin üçüncü kitabının ilk baskısı Ankara Okulu Yayınları tarafından 1999 yılında yapılıp okuyucuyla buluşturulmuştur. Kitabın girişinde Fazlur Rahman’ın, 1985 yılında editörlüğü Philip L. Berman tarafından yapılan “The Caurage of Conviction” isimli kitapta yayınlanan otobiyografisi bulunmaktadır. Babasından bahsederken kullandığı ifadeler ilgi çekicidir:
“Modern eğitimi hem inanç hem de ahlak için bir zehir olarak gören o zamanın geleneksel İslam bilginlerinin çoğunun aksine o, İslam’ın modernite ile hem bir tehlike hem de bir fırsat olarak olarak yüzleşmesi gerektiğine kâni idi.”[1]
Yükseköğretimini felsefe alanında yaptığı bilinen müellif, kendi tabiriyle, “filozofların yanlış yönde gittikleri kanaatine vardığında, İslam’ı anlamak için taze bir şevkle yeniden doğmuş”tur. Vardığı sonuca göre, gelenekler, yaratıcı azınlık denen kitleye yol gösterici olması bakımından kıymetlidir, ancak dini diğer insanlardan soyutlamaktadır. Dolayısıyla dinler sürekli canlı tutulmalı ve inananların da her dönemde dini yaşayabilir olması gerekmektedir.
Kitabın ilk makalesi, müellifin 1991 yılında The New Encyclopedia Britannica için yazmış olduğu “Doctrines of the Qur’an” başlıklı maddedir. “Kur’an’ın Öğretiler Sistemi” olarak tercüme edilen makalede, Kur’an’da Allah, evren, insan, şeytan, günah, tövbe, peygamberlik, ahiret ve toplumsal görevler gibi temel konularla ilgili yaklaşımlar özet olarak ele alınmaktadır. Bu yaklaşımlara bakıldığında, müellifin insanı sorumluluk bağlamında merkeze aldığı ve toplumsal ahlaki düzene yaptığı vurgu da bu çerçevede dikkate alınmalıdır.
İkinci makale, 1978 yılında Hamdard Islamicus dergisinde yayınlanan “Divine Revelation and the Prophet” başlıklı makalesidir. Türkçe’ye “Vahiy ve Peygamber” olarak çevrilen makale, önemli kelam tartışmalarından olan Kur’an’ın mahlûk (sonradan yaratılmış) olup olmaması meselesiyle başlamaktadır. Bu konuda Mutezile’nin Kur’an’ın mahlûk olduğunu, Ehli Sünnet’in ana damarının onun ezelî olduğunu ve son olarak da Eş’arîlerin Kur’an’ın manen ezelî lafzen mahlûk olduğunu savunduğu bilinmektedir. Bu noktada İkbal ve Şah Veliyyullah’dan yapılan alıntılarla, Kur’an’ın manen Hz. Peygamber’e ilham olduğu ve lafız olarak da O’nun dağarcığındaki (bu ilhamla beraber yaratılan) kelimelerle ifade edildiği belirtilmektedir. Yani kaynak ve köken olarak insan alanının dışında olan bu sürecin kendisi insan zihninin bir parçası olarak oluşmaktadır.
Diğer makale “İslam’da Canlandırma ve Reform Hareketleri” başlığını taşımaktadır. Orjinali, 1970 yılında Cambridge History of Islam’da “Revival and Reform in Islam” başlığıyla yayınlanmıştır. Girişte, İslam geleneğinin kısa bir tarihçesi ilk asırdan başlayarak modernist öncesi döneme kadar reformcu sayılabilecek üç isme -Gazali, İbn Arabi ve İbn Teymiyye- yoğunlaşarak verilmektedir. Bunlardan Gazali, ana çizgideki tasavvuf karşıtlığı sayılabilecek anlayışa itiraz ederek Sünni akidenin tam bir anlama kavuşabilmesinin tasavvufla mümkün olduğunu belirtmektedir. Bu anlamda o, iki yakanın ortasında bir zirvedir. İbn Arabi ‘varlığın birliği’ felsefesiyle birçok sûfiyi bu görüş etrafında toplamayı başarmıştır. Tasavvufun bu denli yayılması üzerine on üçüncü yüzyılda karşı reform denebilecek bir düşünce sistemi inşa eden İbn Teymiyye göze çarpmaktadır. Fazlur Rahman’a göre İbn Teymiyye’nin sistemi, yeniden inşa konusunda önemli bir adım olması ve modern dönem inşacı hareketleri derinden etkilemesiyle birlikte iki büyük eksikliği vardı. Bunlar akılcılığın ilke olarak reddi ve salt nakille dini anlama çabasıdır.
Modernist öncesi ıslah hareketlerinin genel karakteri tasavvufun içkin ve birey merkezli din anlayışına karşın, aşkın ve toplumsal bir anlayışın yayılması talebidir. Müellifin Hindistan alimlerinden Şeyh Ahmet Sirhindî ile başlattığı bu dönemi Arabistan’da Vahhabilik hareketinin yayılması takip etmiştir. Yine Hindistan’da Seyyid Ahmed Han ve Şah Veliyyullah’ın başını çektiği hareketler, Libya’da ise Senûsî hareketi modern öncesi dönemin ıslah hareketlerindendir. Bu dönemin ortak özellikleri tasavvufun dünyaya sırtını dönme vurgusu ile mücadele etmek, asıl ilginin toplumun sorunlarına (bu dünyaya) yönelmesi gibi görünmektedir. Fazlur Rahman’a göre bu hareketlerin “Kur’an’a ve Sünnete dönüş” çağrılarında başarılı olamayışının sebebi, onların toplumu yedinci asırda, Arabistan’da yaşanmış bir ideale çağırmalarıdır. Bu da uygulanabilir olmadığından toplumsal değişim ve dönüşüm önünde büyük bir engel teşkil etmiştir.
İslam toplumlarında ortaya çıkan modernleşme hareketlerinin Batı etkisine bağlanması müellife göre çok büyük bir yanılgıdır. İlk bakışta askeri yenilgiler ve ekonomik gelişmeler –dışarıdan bakan birine- bu hissi verse de aslında durum, derine inildiğinde öyle değildir ve bu yargı Müslümanların kendi tarihlerine yabancı olmasının bir sonucudur. Zira, hem bu hareketleri ortaya çıkaran unsur İslam dünyasının bizzat kendi iç dinamikleridir hem de bu hareketler büyük ölçüde Batı hakimiyetine girmeden önce ortaya çıkmaya başlamıştır ve bu bağlamda önceki dönemin bir devamı olarak kabul edilmelidir. Bu bölümde Cemaleddin Afgâni, Muhammed Abduh, Seyyid Ahmed Han, Muhammed İkbal, Muhammed Şiblî Nu’manî, Seyyid Emir Ali, Reşit Rıza, Ferid Vecdi, Taha Hüseyin, Ebu’l-Kelam Azad, Şair Ekber gibi isimler ve Müslüman Kardeşler ile Cemaat-i İslami gibi oluşumlardan bahisle dönemin fikir haritası çıkartılmaya çalışılmıştır. Toplumsal gelişmeler bahsinde aile ve kadınların statüsü, milliyetçilik, demokrasi ve ekonomi gibi konular ele alınmaktadır. Son olarak da eğitim alt başlığıyla modern bilginin İslam kültür ve değerleri ile bağdaştırılması fikrine değinilmektedir.
1970 yılında IJMES dergisinde “Islamic Modernism: Its Scope, Method and Alternatives” başlığıyla yayınlanan bir diğer makale “İslami Yenilenme: Alanı, Yöntemi ve Sunduğu Seçenekler” şeklinde dilimize tercüme edilmiştir. İslami modernizmin temsilcileri her alanda ve her düzeyde bir ıslah teklif ediyorlardı ancak yönetici tabakaya bakıldığında, bir çıkmaz olarak, bir bütünlükten ziyade iktisadi gelişmenin öne çıkarılıp, toplumsal ahlaki alanın aynı derecede önemsenmediği görülmektedir. Makalede aydınların reform yöntemlerinin tespiti de yer almaktadır. Bunlar sessiz kalmak, iki yüzlü konuşmak ve yazmak, gelenekler vasıtasıyla reform, parçacı ve tedrici yaklaşım, sistematik yorumlama yöntemi ve sekülerizmdir. Müslümanların bu yöntemlerden hangisi seçeceğini zaman gösterecektir ve müellife göre son dönemde tutarlı bir düşünce üretimi olmadığından modern seküler tutumlar gittikçe artmaktadır.
Sonraki makale, “Islam and the Problem of Economic Justice” orijinal başlığıyla 1995 yılında Journal of Islamic Economics’te yayınlanıp “İslam ve İktisadi Adalet Sorunu” olarak tercüme edilmiştir. Makalede İslam hareketinin doğuşu ve gelişimi, İslam’da iktisadi değerlerin yeri ve servet oluşturulup dağıtılması konuları detaylıca ele alınmaktadır. Girişte İslamî yenilenme ve değişimin temel probleminin ekonomik yapılanma ve iktisadi adalet olduğu vurgulanmaktadır. Zira İslam, ilk dönemlerinden itibaren temel ihtiyaçların karşılanması ve bireylerin onurlarını korumaları için servet edinmelerini meşru görmüş hatta teşvik etmiştir. Zemmedilen, olumsuz karşılanan servet edinmek değil, bunun hayatın tek amacı haline gelmesidir. Müellif, Müslümanların geçmişte bu dünyayı önemsemeyen hatta kerih gören din anlayışlarının İslam dünyasını geri bıraktığını, bundan kurtulmak için öncelikle ekonomik kalkınmanın şart olduğunu belirtmektedir. Bu noktada Max Weber’in Protestan ahlakını “bu dünyacı dindarlık” şeklinde nitelemesi gayri İslami görülmemektedir.
Fazlur Rahman, toplumsal ahlakın ön şartının servet olduğunu, fakir ve zayıf düşmüş insanlarla ahlaki bir toplumun oluşmayacağını savunmaktadır. Kur’an temelde üç bilgi türünün çalışılmasını talep eder. Bunlar tarih-coğrafya, fizik-evren ve insandır. Allah “emanet”i insana vermiştir. Bu, insanın Allah’ın yeryüzündeki halifesi olması anlamını taşımaktadır. İnsanın Allah’ın temsilcisi olması beraberinde ahlaki sorumluluğu; ahlaki sorumluluk toplumsal düzeni getirir. Ahlaki bir toplumsal düzenin inşası ise ekonomik refah ve adalet fikri olmadan mümkün değildir. Müslümanlar, Batı tecrübesinden gereken dersleri almalı, bilim ve teknoloji arayışında materyalizme meydan okuyup, bilimsel bilgi ile Kur’an’ın koyduğu temel ilke ve ahlaki değerlerin bir terkibini yapabilmelidirler. Yani sırasıyla, 1-İnsanın durumunu iyileştirmesi, 2-Bunun için servet oluşturması, 3-Bunun için de bilimsel bilgiden istifade etmesi zorunluluktur. Makalenin son kısmında servetin dağıtılması konusunda iki zıt kutup –kapitalizm ve komünizm- karşılaştırılmakta, paylaşım adaleti başlığında ise riba ve faiz konusu detaylandırılıp tartışılmaktadır.
Kitabın son iki makalesi “şura” bahsine ayrılmıştır. Bunlardan ilki 1981 yılında History of Religion dergisinde yayınlanan “Şûranın Yorumu Hakkında Yeni Bir Tartışma” başlıklı makaledir. İslam’da demokrasi ve şûra konusunun ele alındığı makalede, Mısırlı iki alim Abdülhamit Mütevelli ve Muhammed Gazali’nin birbirine karşıt olan görüşleri etrafında günümüzde şûranın nasıl anlaşılacağı ve uygulanma imkanı hakkında bir tartışma yürütülmektedir. Bu minvalde Mevdûdi, Muhammed Abduh ve Namık Kemal’in konu hakkındaki düşüncelerine de yer verilmektedir.
Son makale 1982 yılında Journal of the University of Beluchistan’da yayınlanmıştır. “İslam’da Şûra İlkesi ve Toplumun Rolü” başlığını taşımaktadır. Kur’an’ın öngördüğü toplum için ana hususlar, aşırılıkları dengeleyen bir düzen kurulması, bu düzenin iç yapısının eşitlikçi ve açık olması ve toplumun yardımlaşma, fedakarlık ve işbirliği eksenine oturması şeklinde özetlenebilir.
Fazlur Rahman, klasik dönemde ortaya çıkan, devlet başkanının, danıştığı şûranın fikirlerini uygulamakta zorunlu olmadığı yani şûranın bağlayıcı olmadığı fikrini reddetmekte ve bunun Kur’anî değil tarihsel bir uygulama olduğunu iddia etmektedir. Ona göre, şûra ilkesinin bir kurum haline gelmeden terk edilmesi ve otoriteye isyanın İslam tarafından yasaklandığı gibi düşüncelerle birlikte toplumun idareye katılması mümkün olmamıştır. Makalede, Cemaleddin Afgânî, Namık Kemal ve Muhammed İkbal’in demokrasi çerçevesindeki yorumları da aktarılıp, netice olarak Müslümanların idaresinin bir ferde ya da gruba değil, eşitlikçi ve etkin topluma ait olması gerektiği vurgulanmaktadır.
------------------
[1] Fazlur Rahman, İslami Yenilenme III, Ankara Okulu Yay. Ankara 2015, s.9.
|
Kurt, Zeynep
Son Yazıları
• İslami Yenilenme Makaleler Ⅳ • İslami Yenilenme Makaleler Ⅲ • İslami Yenilenme Makaleler Ⅱ • İslami Yenilenme Makaleler Ⅰ • İslam´da Nübüvvet • İslam ve Çağdaşlık • Ana Konularıyla Kur´an
Kavram Sözlüğü
Kitap Tahlillerinizi gönderin, yayınlayalım!
|